Untitled Document İKİYÜZDOKSANALTINCI MEKTÛB

 

Bu mektûb, oğlu hâce Muhammed Sa'îd "kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" hazretlerine yazılmışdır. Hak teâlânın sıfatlarının basît olduğunu, eşyâya bağlanmakla değişmediklerini bildirmekdedir:

Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve Onun temiz olan Âlinin ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun! Allahü teâlâ, seni se'âdet-i ebediyyeye kavuşdursun! Allahü teâlânın sıfatları, Onun zâtı gibi anlaşılamaz. Tâm basîtdirler. Hiç değişmezler. Meselâ, ilm sıfatı, hiç değişmez. Yayılmış, basîtdir. Önceki sonsuzdan, sonraki sonsuza kadar bilinenler ilm sıfatının bir yayılması ile bilinmekdedirler. Kudret sıfatı da, olgun, genişdir. Herşey bu sıfatla var olmakdadır. Kelâm sıfatı da basîtdir, yayılmışdır, hiç değişmez. Ezelden ebede kadar, bu bir kelâmla söyleyicidir. Sekiz sıfatın hepsi böyledir. İlm sıfatının bilinen şeylere, kudret sıfatının yaratılmış ve yaratılacak şeylere bağlantıları çok ise de, bu sıfatlarda çokluk ve değişiklik yokdur. Hak teâlâ, herşeyi bilir ve herşeye gücü yeter. Fekat ilm ve kudret sıfatlarının hiçbirşeye, hiçbir ilişiği yokdur. Akl, bunu düşünemez ve anlıyamaz. Yalnız akla uyanlar, felsefeciler, böyle şey olamaz derler. Hak teâlâ herşeyi bilsin. Fekat, Onun ilmi hiçbirşeye bağlanmasın. Bunun gibi, herşeye gücü yetsin. Fekat, kudretin hiçbirşeye ilişiği olmasın. Böyle şey olamaz derler. Bunlar bilmiyorlar mı ki, ezel ve ebed o mertebede, bir aradadır. Ân denecek zemânın bile orada yeri yokdur. O mâkama en yakîn ve en uygun ân kelimesinden başka birşey olmadığı için ân denilir. Ezeldeki ve ebeddeki varlıkların hepsi, o bir ânda vardır. Yok olanlar da, o bir ânda yokdur. O bir ânda bir kimseyi hem yok olarak, hem var olarak, hem dünyâya gelmeden önceki hâlini, hem çocukluğunu, hem gençliğini, hem ihtiyârlığını, hem diriliğini, hem ölülüğünü, hem kabrde, hem haşrda, hem Cennetlerde olarak bilir. O ânın bu varlıklarla hiçbir ilgisi yokdur. Eğer bir ilgisi olursa, ânlıkdan çıkar. Uzun zemân olur. Geçmiş zemân ve gelecek zemân ayrılır. Bu varlıklar, o bir ânda, hem vardırlar, hem yokdurlar. Tâm basît, değişmez bir yayılmadır ki, bu varlıklardan hiçbiri ile bağlılığı yokdur. Bilinen şeylerin hepsi, ilm sıfatının bir yayılması ile bilinmekdedir. Bu, şaşılacak bir şey değildir. Çünki zıd olan, ters olan şeyler, bu makâmda ve bir zemânda, bir arada bulunmakdadırlar. O makâmda zemân yokdur. Zemânda da değişiklik yokdur ki, zemân denilsin. Bir kimse bir kelimeyi bir ânda hem ism olarak, hem fi'l olarak, hem geçmiş zemân, hem gelecek zemân olarak düşünebilir. Bunları bir ânda bir arada görüyorum der. Kelimenin çeşidli ve ters hâllerini bir arada gördüğüm gibi, kelimenin bunların hiçbiri ile ilgisi yokdur derse, akla uyanlar, felsefeciler buna karşı birşey diyemezler. Benzetmek gibi olmasın, bizim sözümüze niçin karşı geliyorlar? İnanmakda niçin duraklıyorlar? Kimseden böyle birşey işitmedik derlerse, kimsenin söylememesi, olamaz demek değildir. Söylenilen, işitilen sözlere uymıyan, onları değişdiren birşey de değildir. Sonsuz varlık mertebesine uygun olmıyan bir şey de değildir. fârisî mısra' tercemesi:

Karpuzun Ebû Cehl karpuzu ile ne ilgisi var?

Bu sözümüzü aydınlatmak için mahlûklar arasında şunu söyliyebiliriz: Birşey, bir sebeble bilinse, o sebeb bilindiği zemân, o şey de bilinmiş olur demişlerdir. Bu şeyin bilinmesinde, zihn yalnız sebebe bağlanmakdadır. Bu şeyi bilmek, bunu ayrıca düşünmeğe lüzûm kalmadan, sebebinin bilinmesine bağlı olarak kendiliğinden hâsıl olmakdadır. Fekat felsefeciler, burada da, zihnin ikinci bir bağlantısı olmadıkca, bu şeyin bilineceğine inanmazlar. Bu bağlantı, doğrudan doğruya olmasa bile, lâzımdır derler. Fekat bundan dahâ yakın bir misâl bulamadım. Maksadımız anlatmakdır, inandırmak değildir. Herşeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir. Doğru yolda gidenlere ve Muhammed Mustafânın izinde olanlara salât ve selâm olsun "aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti vettehıyyâti velberekât"!