Hakîkî âlimlerin gavsi, âriflerin kutbu, vilâyet-i Muhammediyyenin burhânı, ya’nî senedi, şerî’at-i Mustafâviyyenin hucceti, ya’nî senedi, şeyh-ul-islâm, müslimânların büyük âlimi ve Evliyânın önderi (İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî AHMED-I FÂRÛKÎ Nakşibendî)sellemehullahü sübhânehü ve ebkâhü hazretlerinin (Mektûbât) kitâbı, üç cild olup, beşyüzotuzaltı mektûbunun toplanmasından meydâna gelmişdir. Kelâm, fıkh bilgilerini ve Resûlullahın güzel ahlâkını açıklıyan bir deryâdır. Bu deryâdan inci mercan çıkarmak, ancak usta dalgıclara nasîb olur. Fârisîdir. İçinde birkaç da arabî mektûb vardır.
Birinci cilddeki mektûbları, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hizmetinde ve sohbetinde bulunarak ilm ve ma’rifet sâhibi olan yâr Muhammed-ül Cedîd-i Bedahşî Talkanî “kuddise sirruh” hazretleri toplamışdır. Birinci cildde üçyüzonüç (313) mektûb vardır. Bu cildin son mektûbu, Muhammed Hâşim-i Keşmî’ye yazılmıştır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri birinci cildin son mektûbunu yazınca; “Muhammed Hâşim’e gönderilen bu mektûbla resûllerin, din sâhibi peygamberlerin ve Eshâb-ı Bedr’in sayısına uygun olduğundan, üçyüzonüç mektûbla birinci cildi burada bitirelim” buyurmuşdur.
İkinci cildi ise, 1028 (m. 1619) senesinde yine talebelerinden, Abdülhayy Pütnî tarafından toplanmıştır. Abdülhayy “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Hindistânda Safâ şehrindendir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetinde yıllarca bulundu. Çok feyzlere kavuşdu. Muhammed Ma’sûm hazretlerinin emrleri ile, (Mektûbât)ın ikinci cildini topladı. Tesavvufu âşıklara bildirmek için, Pütne şehrine gönderildi. Orada bulunanları irşâd eyledi. Velîler, halîfeler yetişdirdi. Kutb olduğu müjdelendi. Bu cildde Esmâ-i hüsnâ, ya’nî Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmde geçen doksandokuz ismi sayısınca, doksandokuz (99) mektûb vardır.
Üçüncü cild de, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından sonra, talebelerinden Muhammed Hâşim-i Keşmî tarafından toplanmışdır. Hâşim-i Keşmî, hazerde ve seferde, İmâm-ı Rabbânînin meclis-i şerîfinde bulunmakla şereflendi. Binotuzüç senesinde (Mektûbât)ın üçüncü cildini toplamağa başladı. 1040 da temâm oldu. Bu cildde de Kur’ân-ı kerîmdeki sûrelerin sayısınca yüzondört (114) mektûb vardır.
Her üç cildde toplam beşyüzyirmialtı (526) mektûb vardı. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından sonra, on mektûbu daha üçüncü cilde ilâve edilmişdir.
Böylece toplam mektûb adedi (536) olmuştur.
Hülasâ, (Mektûbât)ın
• Birinci cildinde 313 mektûb olup, (1025) senesinde,
• İkinci cildinde 99 mektûb olup, (1028) senesinde,
• Üçüncü cildinde ise, 114 mektûb olup, (1040) senesinde toplanmışdır. Vefatından sonra son 10 mektûbu da, 3. ncü cilde ilave edilerek, bu cilddeki mektûb sayısı 124 olmuşdur.
(Mektûbât) kitâbı çeşidli târîhlerde, çeşidli yerlerde basılmışdır.
Fârisî aslı Hindistânda ve Efganistânda basılmış ise de, 1392 [m. 1972] senesinde Pâkistânda basılmış olanı pek nefîsdir. Pâkistânda Karaçide Nâzımâbâdda îtinâ ile gulâm Mustafâ hân tarafından, üç cildi iki kitâb hâlinde ve hâşiyesinde açıklamalar olarak, gâyet okunaklı ve nefîs basılmışdır. Bu fârisî baskıdan, bir aded, Birleşik Amerikada Kolombiya Üniversitesi kütübhânesinde mevcûddur
Bu fârisî baskının, foto-kopisi 1397 [m. 1976] senesinde, İstanbulda Hakîkat Kitâbevi tarafından gâyet nefîs olarak basdırılmışdır. Birinci cildi türkçeye terceme edilerek (Mektûbât Tercemesi) adı ile basdırıldı. Fârisî el yazması, İstanbul Bâyezîd kütübhânesinde [1790] sayıda ve Süleymâniyyenin çesidli kısmlarında vardır.
İmâm-ı Rabbânînin mubârek oğlu Muhammed Ma’sûm-i Serhendînin yetişdirdiği yüzlerce Evliyânın meşhûrlarından olan Muhammed Bâkır Lâhôrî, 1080 [m. 1668] de Mektûbâtı fârisî olarak hulâsa ederek, (Kenz-ül-hidâyât) ismini vermişdir. Yüzyirmi sahife olup, içinde yirmi hidâyet [Başlık] vardır. 1376 [m. 1957] de Lâhôrda basılmışdır.
Mektûbâtı, Muhammed Murâd-ı Kazânî Mekkî “rahime-hullahü teâlâ”, arabîye terceme edip (Dürer-ül-meknûnât) ismini vermişdir ve 1317 [m. 1898] senesinde Mekke-i mükerremede Mîriyye matbaasında iki cild üzere basılmışdır. 1382 [m. 1963] de, İstanbulda da ofset usûlü ile yeniden basılmışdır. İstanbulda, Bâyezidde belediye kütübhânesinde 53 numarada mevcûddur. Muhammed Murâd-ı Kazânî, (1272 [m. 1855] de Rusyada Kazan vilâyetinin Ufo kasabasında doğmuş, 1352 [m. 1933] de Mekkede vefât etmişdir.) Memleketinde medrese tahsîlini iyi bitirip, 1293 [m. 1876] de Buhârâya geldi. Buhârâ ve Taşkendde yüksek din bilgilerini okudu. 1295 [m. 1878] de Hindistâna ve Hicâza geldi. Medîne-i münevverede de okudu. Tesavvufda da yetişdi. 1302 [m. 1884] de Reşehât kitâbını ve sonra Mektûbâtı arabîye terceme etdi.
(Dürer-ül-meknûnât)dan seçilen yüzdoksandört ve fârisî (Mektûbât)dan seçilen yüzellibir mektûb (Müntehabât) adı ile iki kitâb hâlinde Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır.
Mektûbatın birinci cildindeki üçyüzonüç mektûbun tercemesi, 1 Zilhicce 1387 ve 1 Mart 1968 Cum’a günü temâmlandı. Birinci baskısı 1968 senesinde yapılarak, (Mektûbât Tercemesi) adı ile Hakîkat Kitâbevi tarafından kıymetli gençlerin istifâdelerine sunuldu.
İkinci cilde bulunan doksandokuz mektûbdan kırksekiz adedi ve üçüncü cildde bulunan yüzyirmidört mektûbdan, otuzsekiz adedi, Hakîkat Kitâbevi yayınlarından (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında mevcûddur.
İmâm-ı Rabbânî’nin “kuddise sirruh” ve oğlu Muhammed Ma’sûm’un “kuddise sirruh” (Mektûbât) kitâbları, Müstekîm-zâde Süleymân Efendi tarafından Farsçadan Türkçeye, Osmanlıcaya terceme edilip, 1277 (m. 1860) senesinde taşbasması yapılmışdır.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin büyük talebelerinden Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatır: “Hocamın zemânında yaşayan ve derin âlim olan bir zât bana: “Senin hocanın risâleleri ve mektûbları olduğunu duydum, fekat görmedim” dedi. Ben de İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin bir mektûbunu, o dindâr âlime okudum. Dinlerken zevkinden coşup, ellerini kaldırdı. Bir müddet düâ etti ve; “Yâ Rabbî! Bu muazzam şeyhe dâimâ selâmet ver!” dedi, sonra bana; “Bid’atlerle dolu olan bu bozuk zamanda kalb kararıyor, paslanıyor. Senin yüksek hocanın sözleri o pasları sildi, kalbimi cilâlandırdı” dedi.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerinden biri şöyle nakl eder: “İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: “Bütün yazılarımızı, âhır zemânda gelecek olan Hazret-i Mehdî’nin okuyacağı ve hepsini makbûl bulacağı bize bildirildi.”
Seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh” mektûblarında ve derslerinde: (Ba’de kitâbillah ve ba’de kitâb-ı Resûlillah, efdal-i kütüb, Mektûbâtest) buyururlardı. Ya’nî, Allahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmden sonra ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîflerinin toplanması ile meydâna gelmiş olan Buhârî kitâbından sonra, dîn-i islâmda yazılmış kitâbların en üstünü Mektûbâtdır. [Evliyâ-yı kirâmın hem vilâyet kemâlâtının ma’rifetlerini hem de nübüvvet kemâlâtının ma’rifetlerini ve inceliklerini bildiren kitâbların en kıymetlisi ve en üstünü, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkînin (Mektûbât) kitâbıdır.]
Bir mektûbunda, (Din ve dünyâya en ziyâde yarıyan ve dîn-i islâmda misli yazılmamış olan Mektûbât kitâbını okuyup ba’zısını anlıyan...) yazmışlardır. Buyururlardı ki, fârisîyi az bilen bir kimse, Mektûbâtın fârisîsini dahâ kolay anlar.